Hüseyin Topgider: Kürdistan Portekiz değildir

Yazarlar

Portekiz, sadece İspanya ile sınırı olan bir ülkedir. Okyanus kıyısındaki bu ülke dünyanın bütün devletlerine deniz üzerinden rahatça ulaşır ve önünde hiçbir engel yoktur. Komşularıyla sınır kavgası yaşamaz çünkü, tek bir komşusu var o da İspanya’dır.

Kürdistan ise dört yanı Kürtleri boğmaya çalışan düşman devletlerle çevrili bir “adadır”.

İbni Haldun “Coğrafya kaderdir” derken bir toplumun üzerinde yaşadığı toprak parçasının iklimiyle, doğal kaynaklarıyla ve komşularıyla o topluma sunduğu avantajlardan ve dezavantajlardan sözediyordu.

Bu anlamda coğrafya bazı toplumlara bol nimetler sunarken bazılarına da bela ve dert getirir.

Komşularımızın bize hep bela ve dert getirdiğini söylemeye gerek yok çünkü, tarihimiz belli; istilalar ve bu istilalara karşı varlığını koruma tarihidir.

İnsanların sırtlarını güvenilir bir yere dayamadan yaptığı kavgalar zordur. Kürtlerin son iki yüzyılda sırtlarını bir yere dayamadan, sağlam bir arka cephe oluşturmadan 50 den fazla isyan çıkarması fakat, bu isyanların kalıcı sonuçlar bırakmaması, coğrafi konumdan başka ne ile açıklanabilir?

Atalarımız Türkiye saldırınca Başur, Rojhılat ve Rojava’ya, İran saldırınca Başur ve Bakura, Irak saldırınca Rojhılat ,Rojava ve Bakur’a geçtiler. Bu hep kendisini tekrarladı. Şeytan çemberi bir türlü aşılmadı. Barzani’nin Sovyetler Birliğine, KDP ve YNK nin on yıllarca İran ve Suriye’de barınması, Öcalan ve PKK nin Suriye kontrolündeki Bekaa’da üslenmesi keyfi bir tercih değil ,mecburiyettendi.

Kürtler bir düşmandan kaçarken bir dosta değil, başka bir düşmana geçici de olsa tahammül etmek zorunda kalıyordu. Bu durum Kürdistan’da siyaset yapma ve gücünü koruma hatta güç büyütmenin bir yoluydu ve yanlış da değildi.

Denize düşen yılana sarılır.

Peki etrafımızdaki düşman çemberini yarıp dünyadaki diğer toplumlarla dostluk ve ittifak kurma imkanları yokmu? Elbette var. Bunun yolu nedir diye sorulursa şunu derim:

Tren raylar üzerinde, elektrik kablolar üzerinde, su borular içinde yol alır. Uluslar ve toplumlar arasındaki ilişkiler ise karşılıklı çıkarlar üzerinde yol alır. İhtiyaç duyduğumuz akıl ve yönetici ise bunu bulup buluşturan ve yürütendir.

Uluslararası ilişkiler özünde çıkar ilişkisidir. Bu yerine göre ekonomik ve ticari, yerine göre siyasi ve askeri olabilir. Dünyada her şey globalleştikçe bu imkanlar daha da artıyor. Bazen ayağımıza kadar da geliyor ki tepmemek lazım.

Kürtlerin bugüne kadar olan geleneksel savaş,direniş ve siyaset tarzı sömürgeci Türkiye, İran, Irak ve Suriye arasındaki ilişki ve çelişkilerden faydalanarak varlığını korumayı esas aldı ve önemli ölçüde başardı. Bunu tu kaka edecek kadar inkarcı olamayız ama bunun limiti doldu.Her dört ülkenin bizim geleceğimizi karartma üzerindeki planları bitmedi ve bitmeyecek de.

Bugün Kürtlerin gündemindeki esas konu sömürgecilerin etrafımızda ördüğü tecrit duvarını aşmadır. Uluslararası hukuk içinde güvenceye kavuşmayan hiçbir kazanımı koruyamayacağımızı bilmek zorundayız.Kızıl Kürdistan nasıl kaybedildiyse, Mehabad nasıl kaybedildiyse, Başur’daki 1971 kazanımları nasıl yerini Enfal ve Halepçe katliamına bıraktıysa, Kuzey’deki Çözüm Süreci nasıl yerini Suruç, Antep, Ankara katliamlarına ve vekillerin, belediye başkanlarının tutuklanmasına ,kayyumların talanına bıraktıysa bundan sonraki nicel kazanımlar da her an yerini bir uğursuzluğa bırakacaktır.

Bunun için uluslararası güvence ve taahhüt şarttır.

Başur’dan sonra Rojava’da da duvarı atlama imkanları doğdu. Bu tarihte elimize geçen eşsiz bir fırsattır. Bu fırsatı değerlendirmek isteyen çabalarla elinin tersiyle iten çabalar iç içedir. Bir elin yaptığını diğer elin bozduğuna dair bulgular, işaretler ve endişeler sır değildir.

Kürt özgürlük hareketinin başlangıçta öz gücüne güvenmeyi esas alması uluslararası gerçeği yadsıma, kendi kendine küçük bir dünya kurma anlamında değildi. İki kutuplu dünya düzeninde Sosyalist sistemle bütünleşmeyi amaç ediniyorduk; o zamanki dünya gerçeği böyleydi ve bu seçim yanlış değildi.

Günümüzde artık bu koşullar yok. Şimdi Ortadoğu despotluklarına karşı uygar dünyanın yanında yer almamız gerek.Sanıldığı ve varsayıldığı gibi “üçüncü yol” diye bir yol yoktur. Biz ancak uygar dünyanın bir parçası olabiliriz ve dünya milletleri içindeki onurlu yerimizi alabiliriz. Yeni bir uygarlık icat edemeyiz. Yeni bir sistem kuramayız. Bu her yönüyle bizi aşar. Halimiz ortadayken fantezilerle kendimizi kandıramayız.

Uluslararası ittifaklardan ve dengelerden faydalanma, bunların içinde yer alma elbette kolay değil.Türkiye yüz yıldan beri içine girdiği ittifaklar ve jeopolitik konumunu iyi kullanma sayesinde ayakta duruyor.Gerektiğinde kamp değiştirme riskini göze alabiliyor.Bekasını korumak için her yola başvurabiliyor.

Kürtlerin Şengal katliamı ve Kobani direnişi ile birlikte ABD ve uluslararası koalisyonla tanışması her ne kadar İŞİD’le mücadele etrafında şekillendiyse de bunun daha farklı cephelerde daha uzun ve kalıcı ittifaklara evrilmesinin şartları olacaktır.

Türk, Rus ve İran yayılmacılığına karşı duran bölgesel ve uluslararası güçler ile Kürtlerin askeri ve siyasi ittifakı yeni yeni şekilleniyor. Kürtler bu ittifaktan kaçan taraf olmamalıdır. Kendimizi İran’a,Türkiye’ye ve bazı bölge güçlerine sevdirerek ancak günü kurtarabiliriz ama yüzyılın sunduğu fırsatı kaçırabiliriz.

/Nupel/

İlginizi Çekebilir

Halil Dalkılıç : Divê gotineke nû were gotin…
Günay Aslan: Türkiye’nin tehlikeli yol ayrımı ve olası senaryolar

Öne Çıkanlar