Uğur Güney Subaşı: Boya değil o, gözyaşıdır

Yazarlar

1950 yılında kendi ülkelerinde düzenlenen Dünya Kupasını Maracanã Stadyumu’nu tıka basa dolduran yüz binlerce Brezilyalının şaşkın bakışları arasında ezeli rakibi Uruguay’a kaptıran Brezilya Milli Takımı’nın, etkisi uzun yıllara yayılan bu efsanevi hayal kırıklığının izlerini silmek için o yıl İsveç’te düzenlenecek 1958 Dünya Kupası’nı Rio de Janeiro’ya getirmekten başka hiçbir hedefi ya da çaresi yoktu. 

Bu sportif “hesap kapama” hayali ile Avrupa’nın en kuzeyine doğru çıkılacak uzun yolculuk öncesinde kafileye Didi, Zagallo ve Garrincha gibi o dönemin meşhur futbolcularının arasına hani daha çocuk yaşta sayılabilecek 18 yaşındaki geç yetenek Edson Arantes do Nascimento yani nam-ı diğer Pele de katılmayı başarmıştı.                                                                                           

İşte bu önemli turnuva öncesinde İsveç basınını ve takımın kamp yaptığı bölgedeki bazı İsveçli çocukları ağırlayarak moral depolamak isteyen Brezilya Milli Takımı’nın en dikkat çeken ismi neşeli tavırlarıyla belki de ulusu adına yaşanacak gövdeli bir zaferin herkesten önce ayak seslerini işiten genç Pele olmuştu. Aslına bakılırsa çevresindeki çocuklarla oldukça neşeli anlar geçiren Pele’ye İsveçli çocukların ilgisi zaman ilerledikçe garip bir hal almaya başlamıştı, zira çocuklar sürekli olarak Pele’nin yüzüne dokunup sonra da boya geçmiş mi diye kendi ellerine hayretle bakıyorlardı!..”Ne oluyor, neden bana dokunup duruyorlar?” Diye kendi kendine söylenen Pele sonunda anlamıştı ki, bu çocuklar hayatlarında hiç siyahi insan görmemişler ve ilk gördüklerinde de siyahi insanların yüzündeki siyahlığı boya zannederek o boyanın ellerine bulaşacağını düşünmüşler!

 Sevgili Selahattin Demirtaş demenin artık suç sayıldığı (sayılabildiği) ve bu tuhaf suçlamayla dışarıda sayıları hızla tükenmekte olan bazı HDP’li vekillerin özgürlüklerine hoyratça el konulmak istendiği, hani ışıklar içinde uyusun merhum Çetin Altan’ın nefis tespitiyle izah edersek eğer “hukuk uyduranların” hayatımızın her alanına arsızca istiflendiği şu zifiri karanlık günlerde, belli ki bazı faşist egemenler yine, yeni, yeniden o her yanından kan damlayan lanet ellerini tıpkı Pele’nin yüzünde siyah boya arayan meraklı ama bu meşhur zalimlerin aksine dibine kadar masum ve sevimli görünen İsveçli çocuklar gibi Kürtlerin yüzünden eksik etmeyerek o kadim, o yorgun, o çileli yüzde kendi işlerine yarayacak esaslı bir yılgınlık, bir pişmanlık, kendileri açısından en kıymetli olanı da tümüyle bir “pes ediş” arıyorlar, yokluyorlar, hissetmeye, hissettirmeye çalışıyorlar; sonra da hiçbir utanma sıkılma hissetmeden o iğrenç ellerine bakarak kaderlerine ne bulaşmışsa artık o bulaşanla yeni zulüm sağanağının kan kokan damlalarını sıklıkla “hukuk uydurarak” imal etmeye çalışıyorlar.

 

Yukarıda da izah etmeye çalıştığım üzere o sarı kuzeyli çocuklar Pele’nin siyahi yüzüne merak ettikleri için dokunuyorlardı. Ama belli ki bazılarımız tıpkı Pele gibi bu toprakların siyahileri sayılan ve bu sebeple de yıllar boyunca haksızlığa bulanmış ayrımcılıklarla sınanmış kadim Kürtlerin yüzüne merak ettikleri için değil, umutlandıkları için dokunuyorlar; daha doğrusu o yüzü sinsice yokluyorlar. 

Oysa Anadolu’ya, bu bereketli topraklara özgü ulvi bir siyahlığa sahip o yüzle daha önce defalarca karşılaştıkları için resmi kırışıklıkların kol gezdiği o yorgun ama ziyadesiyle inançlı yüzden kısmetlerine düşecek olanın başta kendileri olmak üzere tüm ırkçı zalimleri çileden çıkaracak bir tutam sabır, inanç, her şeye rağmen neşe ve fazlasıyla haysiyet ama itiraf etmek gerekiyor ki bol miktarda da gözyaşı ve sitem düşecek olmasını kolayca tahmin etmeleri gerekiyordu.

Oysa edemediler. Bu şuursuzluk hallerine lehimledikleri tehlikeli öfkeleriyle dokunmaya devam ettikleri müddetçe de ellerine bulaşanın “yapay” bir kahramanlık boyası değil, kaynağı çok ama çok derinlerde saklı olan “doğal” bir göz yaşı olduğunu hiçbir zaman için fark edemeyecekler. Fark edemeyecekleri için de ısrarla, inatla dokunmaya; dokundukça da çirkinleşmeye, çamurlaşmaya devam edecekler.

 Xenephon’un Onbinlerin Dönüşü diye incecik bir kitabı var. Yunan ordusu Mezopotamya’ya sefere çıkıyor. Pek de başarılı bir sefer olmuyor bu, yol boyu ordunun yaşadıklarını anlatıyor. Dönüş yolunda, ordunun yolu Giresun’un üzerinden geçiyor. Açlık, yoksulluk, yenilmişlik meselesiyle gasp’a, talana başlıyorlar. Ama bir köy var, direniyor bunlara. Direnecekler, ama neyle? Karşılarında koca bir ordu var. Dolayısıyla yenilgi kaçınılmaz, kesin. Kadınlar, çocuklar, adamlar, yaşlılar bembeyaz kıyafetler giyinerek teker teker dipsiz bir uçuruma bedenlerini salıyorlar. Teslim olmuyorlar ama.

 Kirli siyasi hesaplarının kara kalem eşkallerini Kürtlerin yüzünde çizmeye çalışan cari zalimlere kötü, hem de çok kötü bir haberim var ki; size asla teslim olmayacak bu insanlar. Gerekirse kadını erkeği, çoluğu çocuğu, yaşlısı genci tüm fertleriyle korkunç bir uçurumun kenarına tespih taneleri gibi dizilerek bedenlerini umarsızca aşağıya doğru salacaklar; ama ne size ne de utanarak da olsa size gizli gizli destek veren diğer suç ortaklarınıza asla yüzlerini ve ruhlarını teslim etmeyecekler, inanın bana. Hayatınızda bir kere olsa inanın ve o iğrenç, o rezil ellerinizi bu yürekli insanların yüzlerinden çekin!..

İlginizi Çekebilir

Hakan Tahmaz: İktidar ortaklarının HDP karşıtı mücadelesinin sonuçları
Sami Certel: Divane

Öne Çıkanlar